Bunu içinden çıkamadığı bir karabasan sanıyor bir türlü uyanamıyordu. Her taraf karanlıktı, bir tek tepede kendisini aydınlatan onu durmadan takip eden ışıktan başka kimse yoktu. Kirli bir işin içindeymiş gibi hissediyordu. Kafasını yukarıya çevirerek yumruklarını sıkıp ona sesini duyurmak için tüm gücüyle bağırmaya başladı. Kim olduğunu soruyordu ama hiç cevap alamıyordu. İçinde bulunduğu durumun çaresizliği onu iyice çileden çıkarmaya başlamıştı. Gözlerini kapatıp rüyadan uyanmak istedi. Kapalı gözlerini ışığa çevirdi, gözkapakları saydam bir camdan yapılmışçasına ışık gözlerini almaya devam ediyordu. Kulağına bazı sesler geliyordu ona oyun oynayanlar kıs kıs gülüyorlardı. Bunun üzerinde dönen çirkin bir eğlence olduğunu düşünüyordu. Bir anda kendini içinde bulduğu bu karanlık onu çıldırtmaktaydı. Buradan kurtulmalıydı, koşmaya başladı ama tepesindeki ışık üzerinden milim şaşmadan onu aynı hızla takip ediyor peşini bırakmıyordu. Işık olmasa bu karanlıkta korkması gereken hiçbir şey olmayacaktı çünkü kendini hem kör hemde sağır sanacaktı ama bu ışık bedeninde görebileceği tüm noktaları gösteriyordu. Yorumlamayı bırakıp buradan kurtulmanın çarelerini aramaya başladı. Buranın bir sonu olmalıydı. Tekrar koşmaya başladı, koşuyor koşuyor yorulunca biraz dinlenmek için duruyor ve ışığa bakıp yine koşmaya başlıyordu. Yoruldu, bir daha koşamayacak kadar yorgundu artık. Beyninde kopan yönsüz çığlıkla bu duruma nasıl düştüğünü bulmaya çalışıyordu.
Sanırsa güneş tüm enerjisini kaybedip birden sönmüş, bunu gören insanlar korkudan delirip topluca ölmüştü. Güneşten kalan son zerrede bu durumdan tek kurtulan kendisini çıldırtmak için görevlendirilmişti. Fazla geçmeden bunu o da inandırıcı bulmadı.
Karanlığın ne başı ne sonu ne aşağısı nede yukarısı vardı. Kötü olan hiçbir nesneyi hayal edemiyor beyninde hiçbir şeyin görüntüsü hakkında küçücük bir kesit bile bulamıyordu. Sadece isimler vardı ağaç vardı, kuş, dağ, nehir. Görüntülerse yok. Ya zamanın başından beri bu karanlığın içindeydi; sadece kendini avutmak için dünya denen o yapıyı oluşturup şekillendirmişti yâda onu gerçek dünyadan uzaklaştıran bir güç vardı. O güçte tepesindeki lambayı tutanlar olmalı. İçinde gitgide ona artan nefretiyle beslenen bir düşmanlık büyüyordu.
Şimdi ise aklında yeni bir olaylar zinciri kurdu. Bazı insanlar sapkın deneyleri için kocaman bir çukur açmışlar sonra onu buraya koyup üzerinde büyük beton bir kapakla kapatmışlar. Tepesindeki bu ışığın arkasında da onu kapatanlar durmuş onunla alay edercesine takip ediyor kahkahalar atıyorlardı. Köle olan bu adamın halini bir birlerine fısıldayıp çıldırasıya kendilerinden geçiyorlardı. Eyer bir çukurdaysa bunun bir sonu olmalıydı. Ayağa kalktı son gücüyle koşmaya başladı. Durmadan saatlerce koştu. Sonuç?
Sonuç yoktu.
Karanlık bitmemiş tepesindeki ışık ve onu tutan el peşini bırakmamıştı. Soluk alış verişinin sesi karanlığın içinde kendinden uzaklaşıp gidiyordu.
Tepesindeki ışığın altında diz çöküp boynunu bükmüş öylece duruyordu. Birden tüm hırsının verdiği bir kuvvetle ayağa kalktı. Sıçramaya başladı. Sıçrıyor, sıçrıyor... İşe yaramadı ulaşamıyordu tekrar diz çöktü. Bu kendisinden güçlü olan, oluşturduğu karanlıktan çıkamadığı, ulaşamadığı yükseklikte olan düşmanına nasıl bir darbe vura bileceğini düşündü. Tek başınaydı yanında başkaları olsa üst üste çıkıp bir kule yapar onu aşağı indire bilirlerdi. Üzerini aramaya başladı ona atacak bir şeyler arıyordu çokta az olsa ona acı çektirmek istiyordu ama hiçbir şey bulamadı. Tekrar düşünmeye koyuldu; sert bir şeyler bulsaydı şöyle ona atacağı sert bir şey. Bu karanlığın içine ilk defa bir gülümseme doğdu. Bulmuştu dişlerinden birini yerinden çıkarıp ona atacaktı. Hemen öndeki dişlerinin birine sarıldı onu tüm kuvvetiyle sallamaya başladı. Az sonra ağzı kanlar içinde kalmıştı ama acısı ona olan büyük düşmanlığı karşısında toplu iğne ucu kadar kalıyordu. Sonunda dişi kırılmıştı onu iyice kavrayıp tüm kiniyle fırlattı. Işığa doğru giden diş kaybolmuş ışık sanki onu yutmuştu. Ona göre bu diş çok ufak kalmıştı ve mutlak bu kadar büyük olan bu kuvvet kendini koruyan bir zırhın içinde olmalıydı. Onun için daha büyük daha etkili bir şeyler atmalıydı. En azından zırha değdiğinde ses çıkaracak bir şey. Ağzındaki kanlar dudaklarından aşağıya süzülüyor göğsüne akıyordu. Bunu görecek durumda değildi başka bir yol bulmuştu bile. Hemen sağ eliyle sol kolunu kavradı diz çökmüş ayaklarından birini öne doğru kaldırarak bir kralın önünde diz çöker gibi öne bastı. Sol dirseğinin olduğu yerden kolunu dizine vurmaya başladı. Düşük sesli ancak derinden olan çatırtı sesiyle durdu. Ağzıyla kolunu kırdığı yerden ısırmaya başladı. Derisine dişlerini geçiriyor ağzındaki kan parçaladığı derinin altından fışkıran kanlarla birleşip karanlığa akıyordu. Avını parçalayan hayvanlar gibi kendini büyük bir hırsla parçalıyordu. Parçaladıkça daha çok hızlanıyor bazen dişlerini kemiğe geliyor dişleri de kendine parçalayacak başka et parçaları arıyordu. Sonunda kolunu bedeninden ayırdı. Sağ eliyle kopan sol kolun bileğinden tutup birkaç saniye ışığa baktı. Gözlerindeki vahşet, ağzından akan, kolundan fışkıran ve suratının, vücudunun her yanına bulaşan kan ortamı dehşete düşürecek kadar ürkütücüydü. Derin derin soluk aldı. Kalan tüm gücüyle gerildi. Kopardığı kolunu ışığa doğru fırlattı. Ama gücü yetmemişti. Kol ışığa ulaşmadan karanlığın başka bir noktasında kaybolup gitti. Kendiside öylece olduğu yere yığıldı. Uzunlamasına yatmış dizlerini karnına doğru çekmişti. Sağlam olan sağ elini soğuk bir kış gecesinde yatarken üşüyen çocuklar gibi bacaklarının arasına sıkıştırdı. Üste kalan parçalanmış kolundan hala kanlar fışkırıyor göğsüne bacaklarına boşalıyordu. Suratındaki o kin, nefret kaybolmuş yerine çaresizliğin yumuşaklığı yayılmıştı.
Yüzündeki kanların arasından bozkırların içinden akan berrak bir nehir gibi süzülen yaşlar karanlığın bitmez tükenmez emiciliği içinde kaybolup gidiyordu.
Memo
2 yorum:
prometos olimpiya dağından ateşi çalması ile başladı karanlıkla mücadele. bu öyküde karanlıkda bir başına kalan insanın ışığı görme karanlığı yırtmak için kendi bedeninden bir şeyleri feda edmenin hazını görüyoruz.tabi okuyucuda öykünün sonuna geldiğnde bir şeyden hani hoşlanırsın da yarım kalır sonuna gelmemşindir işte böyle bir şey oluyor
memo kardeşin ikinci öyküsüde bence güzel bir öykü kendisini tebrik ediyorum. nesim avesta
Harika bir yazı memo arkadaş sana çok teşekür ediyorum sürükleyici ve ders verici karanlıkla mücadeleye çok başka bir açıdan bakmışsın ben çok mutlu oldum ve şaşırdım sagolasın C.A.
Yorum Gönder